Erythrai, Rhadamanthys oğlu Erythros önderliğinde bölgeye göç eden Giritlilerce
kurulmuştu. Daha sonraları Atina hükümeti ve kralının soyundan gelen yetkililerden güç almış,
M.Ö. 9. yüzyılda kurulan siyasi birliğe üye olmuş, bu dönemde ekonomik ve politik anlamda oldukça güçlü bir
şehir devleti haline gelmişti. Kentte Hitit, Lidya, Bergama krallığı, Yunan, Roma, Bizans ve hatta
Pers uygarlıklarının etkileri görülmektedir. Anadolu’ya yayılan Pers akınları döneminde
Erythrai kentinin büyük tahrip gördüğü, Bizans İmparatorluğu döneminde kentin önemini giderek yitirdiği,
Chios ile daima ekonomik ve ticari üstünlük çekişmelerinin yaşandığı bilinmektedir.
Bulguların yol açtığı genel kanıya göre, Erythrai’nin ilk
önce Ilıca Kaleburnu olan birinci yerleşim yeri, (M.Ö. 14. yüzyıl), daha sonra tatlı suyun akmakta olduğu,
Aleon Deresi yanına, bugünün Ildırı Köyü olarak bilinen bölgeye taşınmış ve bu ikinci yerleşimde
kenetlenmiştir.
Fenike’den hediye olarak gönderilen Herakles (Herkül) heykeli, Fenike ile bağlarını,
Athena tapınağı Yunan egemenliğini, Roma villaları Roma İmparatorluğu izlerini, Bizans
Kilisesi Bizans dönemini yansıtır.
Efsanede Herkül Heykeli’nin Erythrai’ye hediye olarak yollandığı,
ancak Chios ile bu sebepten büyük husumet yaşandığı söylenir. Heykeli taşıyan tekne, halatlarla
Chıos’a çekilmeye çalışılır. Ancak Erythraili kadınlar, saçlarını kesip bir
halat örmüş ve bu halat yardımıyla heykeli kıyılarına kadar çekmeyi başarmışlardı.
Erythros Yunan lisanında “Kızıl” anlamına gelir. Şaşırtıcı
bir biçimde Ildırı toprakları, Ildırı köylüsü birçok kadın ve kızın saçları,
gün batımında denizi ve göğü de kızıldır.
2.5 – 3 kilometre
kıyı şeridi ve toplamda şehri çevreleyen 8 kilometrelik sur duvarı M.Ö. 4. asra aittir. Döneminin
denizcilik, ticaret ve sosyal alanlarına hakim önemli bir liman kentiydi. Geçmişte bölgede yaşanan büyük depremlerden
önemli ölçüde zarar gördüğü anlaşılıyor. Zamanla gücünün azaldığı zaman içinde kalitesini
kaybetmiş şekilde basılmış sikkelerden de takip edilebilen şehrin, önemli sanat eserleri de
dönemin güçlü devletlerince alınıp kendi başkentlerine taşındığı ve halen Avrupa’da
Avrupa’da sergilendiği bilinmektedir. Örneğin M.Ö. 80’lerde, Roma İmparatorluğu’nun
hakimiyeti altında kaldığı, kıyı Ege kentlerinin birçoğundan toplattığı
resim, heykel gibi sanat eserlerini İtalya’ya götürdüğü kaydedilmiştir.
M.S. 26’dan itibaren Erythrai ciddi depremlerle yıkıma uğramış,
M.S. 300’lerde sahip olduğu kudreti neredeyse tamamen kaybetmiştir.
Bizans döneminde gücü oldukça zayıflayan şehrin, Osmanlı hakimiyetinde
küçük bir Rum köyü olduğu, mütevazi bir şekilde ziraat ve balıkçılıkla geçindiği, her hangi
bir sosyal ve ekonomik etkinliği kalmadığı gözleniyor. Bu dönemde yörenin en yaygın ziraatı
sakız ve bağ üzerine oturmuştu.
Nihayet mübadeleden sonra buraya yerleşen çoğunluğu Selanikli göçmenler,
köyün en son sakinleriydi. Bir süre sonra köyde ısıtma salgını yaşandı ve birkaç hane dışında
köy tekrar terk edildi. Zamanla bu insanlar, kendilerine yerleşim yeri olarak verilen bu köye geri döndü. Yine balıkçılık
ve ziraat onların geçim kaynağı oldu. Köylünün bu gün başlıca geliri enginar üretimindedir.
Köylü birinci derece arkeolojik sit alanı üzerinde yaşamanın zorluklarını
yaşıyor. Köy konutları Erythrai antik kent yıkıntılarından alınmış taşlarla
yapılmış eski Rum evleri. Bu anlamda hem yer, hem binalar, hem de bu eski binaların yapım malzemeleri
tarihidir. Şu an üst üste yerleşmiş iki farklı dönemin yapılarında yaşamak Ildırı
sakinleri için gerçekten zor.
Yüzyıllar boyunca çoğu toprak altında beklemiş kent harabeleri, 1964’ten
itibaren yürütülen kazı çalışmalarıyla günışığına çıkarılmış.
Bu kazılar Sayın Cevdet Bayburtoğlu ve Sayın Ekrem Akurgal önderliğinde 1979 yılına dek
sürdürülmüş. O günden bu zamana dek Erythrai’de herhangi bir restorasyon yapılmamıştır.
Açığa çıkan eserlerin başlıcaları; Antik Tiyatro, Bizans
Kilisesi, Athena Tapınağı’dır. Bununla birlikte Roma Villa kalıntıları, bunlara ait
olduğu düşünülen zemin mozaikleri, Agora (depo) kalıntıları, sarnıç, hamam, Efes tipi başlık
ve kaideler dikkat çekmektedir. Kentin eşsiz zemin mozaikleri uygun sunum ve güvenlik olanaklarının bulunmayışından
toprak altında muhafaza edimliktedir.
2006 Ağustos itibariyle 27 yıl sonra tekrar başlanacak kazı ve restorasyon
çalışmaları, Ankara Üniversitesi ve Prof. Dr. Coşkun Özgünel başkanlığında hazırlanan
projeler ile 2003 yılından bu yana planlanmıştır. Bu uygulamaların uzun zaman ve emek gerektirecek
top yekün bir iyileştirme olması hedefleniyor.
Planın içeriğinde, tiyatronun kültürel ve turistik amaçlı tahsisine olanak
sağlayacak ölçüde yeniden oluşturulması söz konusu. Roma ve Helenistik dönem villalarının açığa
çıkarılıp yamaç evlerine benzer bir görünümün tekrar oluşturulması planlanıyor. Önemli bir diğer
husus da mozaikler ve diğer eserlerin kent içinde sergilenebilmesine imkan tanıyacak, gerekli koruma ve güvenlik
önlemleri sağlanmış bir ortamda ziyarete açılarak, bir açık hava müzesine dönüştürülmesi. Böylece
Çeşme turizmine kültürel açıdan büyük bir destek sağlanmış olacaktır.
Biz toplum olarak elimizdeki bu son derece önemli değerlerimizin kıymetini ne
kadar biliyoruz? Ne zaman Zeugma, baraj gölü altında kalma riski yaşadı, ancak o zaman tüm Türkiye tarihi korumanın
peşine düştü. Tüm Avrupa’nın hatta dünyanın gözü Zeugma’ya çevrildi. Hemen önümüzde duran
ama onu kaybetme korkusu yaşamadan kıymetini anlayamadığımız o kadar çok ve o kadar güzel nicelerini
ihmalimize kurban ediyoruz. Bu ülke, bu topraklar bizim. Şimdi Efes’in turizme katkısını bir düşünelim.
Biz Çeşme olarak yıllardır, Efes kadar büyük bir tarihi mirasa sahibiz. Ona ne kadar sahip çıktık?
Herkesi, sadece kendimiz için değil tüm dünyanın ortak geçmişi ve bu olguları
görmeye, bilmeye hakkı olan gelecek kuşaklar için biraz daha özenli olmaya davet ediyorum. Erythrai’ye gidin.
Orada benim gibi sizler de ruhunuzda eksik kalmış bambaşka bir güzellikle tanışacaksınız.